December 17, 2013

Güzel İstanbul

Bundan tam 22-23 sene önce gezmiştim buraları. Tam hatırlamıyorum ama sene 90-91 idi. Ya ilkokul 5 e gidiyordum, yada ortaokul 1 deyken amaçsızca buralardaydım. Amaçsızca dediğim başka bir işim olmaksızın sırf  oraları görmek için ordaydım.

Bu sabah 09:30 da arabayı servise bırakınca, akşam 16:30 da arabayı almaya gidene kadarki boş zamanımı küçük bir eski istanbul turu ile değerlendirdim...
İstinye Borusan’dan bindiğim takside siyaset, hükümet, cemaatle başlayan sohbet, taksinin sirkeci tren garında son buldu.


Babam Mısır Çarşıda çalıştığı zamanlardan Cumartesi günleri onun yanına takılırdım. Cumartesi günleri 3-4 tur attığım, bahçekapı, tahtakale turum, kapalı çarşıya yürümem ile devam etti.


Bir yabancı gibi, bir turist gibi daha alıcı gözle baktım etrafa. O ihtişamlı Kapalı Çarşının hemen hemen her sokağını dolaştım öylece. İstanbullu ve İstanbul’da yaşayan biri olarak neden bu gözle bakmadığım için kendimden utandım. Hemen interneti açıp Kapalı Çarşının tarihine şöyle bir baktım.
1461 de yapılmış olan ve 1943 ve 1954 yıllarındaki depremde ve yangında zarar görmüş, daha sonra restore edilmiş ve 30.700 metrekare olan Kapalı Çarşıda 66 sokak varmış, zaten sokakla ilgili bilgiyi okuyunca, anladım ki dolaştığım yerler, tüm çarşının üçte biri değilmiş...Çok önce okuduğum ama aklımda birazı kalmış olan Orhan Veli Şiiri geldi aklıma,

Giyilmemiş çamaşırlar nasıl kokar bilirsin,
Sandık odalarında;
Senin de dükkanın öyle kokar işte.
Ablamı tanımazsın,
Hürriyette gelin olacaktı, yaşasaydı;
Bu teller onun telleri,
Bu duvak onun duvağı işte.
Ya bu çamurdaki kadınlar?
Bu mavi mavi,
Bu yeşil yeşil fistanlı...
Geceleri de ayakta mı dururlar böyle?
Ya bu pembezar gömlek?
Onun da bir hikayesi yok mu?
Kapalı Çarşı diyip geçme;
Kapalı Çarşı,Kapalı kutu


Dışarısı 5 derece olduğu için montla çarşı içinde pişmemden dolayı kapalı çarşı turunu daha uzun tutmayıp, Beyazıt kapısından çıkarak soldan aşağı Sultanahmete doğru salladım kendimi. 

Yaklaşık 10 dakikalık yürümeden sonra istanbul denince akıllara gelen en önemli simgelerden biri olan Ayasofya Caminin önündeydim. Yine bir istanbullu olarak daha çok filmlerde gördüğüm Sultan Ahmet meydanındaydım. Oysaki Sultan Ahmet ismi, son 15-20 yılda AVM’lerdeki köftecilerden başka birşey ifade etmiyorken yine tarihin içindeydim Roma İmparatorluğu ve sonradan Bizans İmparatorluğu devrinde, Büyük Sarayın hemen yanında  hipodrom olarak kullanılan bu meydan da tarihsel anlamda çok az kalıntı kalmıştı. Açıkçası kısa sürelide olsa tarihi düşündükçe kısa sürede olsa, tüylerim diken diken oldu.

Meydanda fotograf çektirenlerden tutun, Ayasofyanın, Sultan Ahmet Caminin fotograflarını çekenler, kağıt ve tuval üzerine çekenlere kadar hava soğuk olmasına rağmen yinede yerli yabancı turistlerle doluydu.  

Cocukluk hafızam beni yanılmıyorsa Yerebatan Sarnıcı da burda olmalıydı. Ayasofya’yısağıma alıp aşağı doğru yürümeyi düşünürken, Sarnıcın da tabelasını gördüm 60 mt ilerideyi gösteriyordu. Hemen o yine doğru hızlı adımlarla Sarnıcın içine girdim.



Kapıdaki gişede  Adult (yetişkin) 10 TL yazıyordu. 10 TL yi uzatıp bir şey demeden tam bileti alacakken, Gişe memuru şöyle bir baktı ve birşeylerden şüphelendi, bileti vermedi ve Türkmüsünüz sorunu yöneltti. Evet Türküm cevabım üzerine 5 TL paraüstünü bana uzattı. Anladım ki, tarihimizi yayalım, ülkemizi tanıtalım çabası gösterirken Turiste’de kazık atıyormuşuz. Açıkçası bu yapılanın doğru mu yanlış mı olduğuna pek karar veremedim.

Yerebatan Sarnıcı, ekstra etkileyici bir mekan. Tarihî Yarımada'nın ortasında bulunan Yerebatan Sarnıcı, M.S 542 yılında Bizans İmparatoru I. Justinianus (527-565) tarafından Büyük Saray'ın su ihtiyacını karşılamak üzere yaptırılmış Suyun içinden yükselen mermer sütunların arasındaki ihtişamından dolayı halk tarafından Yerebatan Sarayı olarak da anılıyormuş. Yabancı kaynaklarda geçen Basilika (Basilica) isminin ise sarnıcın yakınında bulunan Ilius Basilikası'ndan geldiği rivayet ediliyormuş. Bu bilgileri hep içerdeki panolardan öğrendim. Daha önce hiç merak etmediğim için kendimden utanmadım değil.



Sarnıcın içinde yürürken Medusa diye bir tabela gördüm. Sarnıcın Kuzeybatı köşesindeki iki sütunun altında temel  olarak kullanılan iki Medusa başı Roma Çağı heykeltraşlık sanatının şaheser örneklerinden biriymiş. Hemen o yöne doğru yürüdüm ve gördüğümde gerçekden de bir şaheser olduğunu düşündüm. Başka taşmı yokmuş da bu iki Medusa Başını iki sutünun altına koymuşlardı.

                “Bir söylenceye göre Medusa yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgonadan biridir. Bu üç kız kardeşten yalnızca yılanbaşlı Medusa olumludur ve kendisine bakanları taşa çevirme gücüne sahiptir. O dönemde büyük yapıları ve özel yerleri kötülüklerden korumak amacıyla Gorgona kafalarının resim ve heykellerinin konulduğu, Medusa'nın da bu düşünceyle buraya yerleştirildiği zannedilmektedir. Bir başka rivayete göre Medusa siyah gözleri, uzun saçları ve güzel vücudu ile övünen bir kızdı. Uzun zamandan beri Zeus'un oğlu Perseus'u sevmektedir. Bu arada Athene de Perseus'u sevmekte ve Medusa'yı kıskanmaktadır. Bunun için Athene, Medusa'nın saçlarını korkunç yılanlar biçimine sokar. Artık Medusa kime baksa, baktığı kimse taş kesilir. Daha sonra onu bu biçimde gören Perseus heyecanla Medusa'nın büyülendiğini düşünerek başını keser, başını eline alıp düşmanlarını taşa çevirerek birçok savaşlar kazanır. Bu vakıadan sonra Medusa'nın eski Bizans'ta kılıç kabzalarına ve sütun kaidelerine ters ve yan olarak işlendiği söylenmektedir.

YereBatan Sarnıcı sonrası tramway yolunu takip ederek sirkeciye kadar yürüyerek indim. Yine Doğubankın arasokağından tahtakele, mısır çarşı turu ile devam ettim.

BU güzel tur saat 15:00 oluncaya kadar devam etti. Artık tarihin içinde yürümenin verdiği mutluluk, saatin de ilerlemesi ile yine bu mutluluk hayat gayesine, aksam geç oldu aman trafiğe kalmayayım, köprü felakettir kaygısına dönüştü.

Eminönü deyince BahçeKapıda Nimet Ablayı unutmamak lazım. Malum yılbaşı yaklaşıyor. Yılbaşı ikramiyesi 50 milyon. Umutlar hayaller için haydi kuyruğa.



No comments:

Post a Comment